10 Temmuz 2009 Cuma

PARIS, JE T'AIME

Bugün, 2006 yılına ait ancak benim yeni izleme fırsatı bulabildiğim bir filmden bahsetmek istiyorum. Filmin adı: "Paris, Je t'aime". Amerikalı, İngiliz, Fransız gibi farklı uyruklardan insanların yaşamlarından kesintiler işleyen, 18 kısa hikayeden oluşan bir film. Wes Craven, Gerard Depardieu, Alexander Payne gibi 22 ayrı yönetmenin çektiği filmde başrol oyuncuları da tanıdık simalardan. Kimler yok ki: Fransız sinemasının vazgeçilmez yüzü Juliette Binoche, Nick Nolte, Nathalie Portman, Gerard Depardieu, Lord of The Rings'in efsane oyuncusu Elijah Wood, Bob Hoskins, fransız aktris Fanny Ardant ve daha niceleri... Hepsi mükemmel oyunculuk güçlerini sonuna dek kullanmışlar doğrusu. Filmi bu kadar sempatik bulmamın en büyük nedeni de tüm hikayelerin Paris'in farklı bölgelerinde çekilmiş olması. Doya doya Paris...

Bu 18 kısa hikayenin arasında beni en çok cezbeden "Loin du 16e" başlıklı olanıydı. Hikayede genç bir kadın kreşe bıraktığı daha 2-3 aylık bebeğine İspanyolca bir ninni mırıldanır. Ardından bebeğini orada bırakarak yola koyulur. Uzun bir yoldan sonra işvereninin evine gelir. O, aslında bir bebek bakıcısıdır ve her sabah kendi bebeğini kreşte sakinleştirmek için mırıldandığı ninniyi, bakıcılığını yaptığı bebeğe de söyler ve uzaklara dalar gider... Bu beni oldukça etkiledi. Sözün özü "Paris, Je t'aime" mutlaka seyredilmesi gereken bir film. Bu filmde herkes kendine ait bir hikaye bulacaktır, bundan eminim! (:

6 Temmuz 2009 Pazartesi

NOSTALJİNİN BÖYLESİ

Yaş 16-17... Tam bir rock'n roll çılgınlığı... Hard Rock müziğinin felsefesinin temelini algılamak ve evin her köşesinde yüksek ses walkman dinlemek. Ailenin ver yansınlarına karşılık duvarlara efsane rock gruplarının dev posterlerini asmak. Güzel yıllardı. Mutlu olduğum bir dönemdi. Bluğ çağının sonları ve bir ergenin kendini bulmaya çalıştığı yaşlar. Olgunlukla çocukluğun karmaşası. İşte o dönemlerde, Hard Rock dünyasından esinlenerek birkaç şarkı sözü yazmışşlığım vardı. Dedim ki: Neden olmasın? Neden bu sözlerden birine blogumda yer vermeyeyim ki? Hak ediyor bunca sene sonra defterin tozlu sayfalarının arasından sıyrılarak sanal ortamda kendine bir yer edinmeyi. İşte o şarkı sözleri (:

VAHŞİ HAYAT

Söz: Seda Erdarcan


Uzat elini yakala hayatı.
Kapat gözlerini düşle geleceği.
Korkma fısıltılardan,
Kaçma vahşi duygulardan.

Yollar açık sana artık,
Elveda de ve çık git artık.
Güçlü ve kasvetli olmak kolay değil sandığın kadar,
Savaş kendinle sonuna kadar.
Karşılık verme anlamsız küfürlere,
Bırak onları geride.
İnan bildiğin tek şeye, kendine.
Yalnızlığın seni boğmasına izin verme.
Bu senin hayatın kullan istediğin kadar.

Takip eder birbirini günler,
İnsanoğlu yakalamaya çalışır bir şeyler.
Dağıt kafandaki şu dumanı.
Kapat gözlerini düşle geleceği.
Korkma vahşi dünyadan,
Kaçma vahşi fısıltılardan.

Geçir ayağına çizmelerini,
Kapat gözlerini düşle geleceği.
Korkma vahşi hayattan,
Kaçma fısıltılardan.

3 Temmuz 2009 Cuma

HALA CANLI...

M.J... Biz 70'li yıllar doğumluların gençlik çağları meşhur 80'lere rast gelir malum. Ve o yılların efsane ismi: MICHAEL JACKSON! Dinler miydim? Evet, ama öyle tüm albümlerini almadım 1-2 tane belki. Birkaç kült parçasını da hala keyifle dinlerim. "Billy Jean" onunla ilk tanıştığım şarkıydı. Ortaokul ve lise çağlarımda da başarılarını ve hit parçalarını takip ettim. Türkiye'ye geldiğinde konserine gitmemiştim ama giden arkadaşlarımın anlatışlarından ne kadar büyüleyici bir konser olduğunu anlamış hatta o an kendime bile itiraf edemediğim bir pişmanlık duygusu içine girdiğimi hatırlarım.
Evet "O" artık yok! Ölümünün ardından internette pek çok haber gördüm ve okudum ancak "youtube" da gördüğüm en ilginçlerindendi bence. Ölümünden 2 gün önce çekilen bu görüntüler, çok şaşırtıcı geldi bana. Bu kadar sağlıklı olup, dünyanın en zor işlerinden biri olan show-biz içinde olup da bu kadar canlı ve hareketli olmak ve 2 gün sonra melek olup uçmak... Anlamadım... Anlayamıyorum... Çok şüphe var gibi görünüyor. Yoksa hala canlı mı? Bu hayattan kurtulmanın en kolay yolu, kendini ölmüş gibi gösterip kimlik değiştirerek hayatına devam etmek mi acaba??! Aslında böyle olduğuna inanmak işime de geliyor galiba. Bir çeşit kendi kendini avutma yöntemi. Bu düşünce tarzı, "onun" öldüğüne inanamadığını göstermenin farklı bir yolu olsa gerek. Huzur içinde...