28 Nisan 2011 Perşembe

MAKARNA...

Makarna... En basit yemek mi? Bekar evlerinde yumurta kırma becerisi olmaksızın ocakların üzerinde kaynayan suyun içinde fokurdayan makarna mı? Bir daha düşünmeli bence.



Bu aralar Show TV'de akşamüstleri yayınlanan, orijinali sanırım Avusturalya'dan olan Masterchef Türkiye programında gözüm. Yarışma 3 jüriden oluşuyor. Başlangıçta elene elene 20 kişiye inen ve şu anda 10 kişi kalan yarışmacıların kıyasıya yemek rekabeti ve jüriyi hazırladıkları lezzetlerle etkileme çabaları seyretmeye değer. Ayrıca yarışmacılar herkese nasip olmayacak bir şansa da sahipler: Her çarşamba ve cuma günleri birbirinden başarılı şef jüri üyelerinden yemek dersleri alıyorlar. Biz izleyiciler de büyük bir keyifle not ediyoruz orada şeflerin anlattığı püf noktaları. Yarışmacılardan hangisi yemek konusunda merekeli ve mutfak çalışmasında dayanıklı çıkarsa o kazanacak.




Şimdi bu konuya nereden geldim? Şuradan; her pazartesi yarışmacılara o gün yapacakları yemeklerin ana malzemesini veriyorlar, yarışmacılar da 1 dakika gibi kısa bir sürede stüdyodaki yok yok olan markete girip ana malzemeyle oluşturacakları lezzetin yan ürünlerini alıp çıkıyorlar. Bugüne kadar patlıcandan, enginara, dana pirzolaya kadar pek çok ana malzeme sunuldu. Ben de hep içimden ah ah diyordum, bir de makarna verseler keşke ana malzeme olarak. Neden mi? Çünkü bence makarna tam bir hüner istiyor. Hem pişirilmesi hem sosları olarak... Ve lezzeli bir makarna tutturmak her baba yiğidin harcı değil. Ve nitekim dediğim oldu, geçen hafta makarnaydı ana malzemeleri. Çeşit olarak da spagetti. "Aaaa ne kolay, çok ballılarmış canım..." denilebilir ilk başta. Ve fakat olay hiç de öyle gelişmedi. Bir kere bir çoğu ki makarna yapma özürlü benim bile yapmadığım bir işlem olan spagettiyi tam ortadan ikiye bölme gafletinde bulundular. Tabii ki jüri üyelerinin gözünden kaçmadı bu ayrıntı. Bu kadar basit olarak düşünülen spagetti pişiriminde çuvalladı yarışmacılar. Dediğim gibi makarna yapmak bebek işi değil.




Bence makarna tam da "şeytan ayrıntıda gizlidir" dedirtecek türden bir öğün. Detaylarla zenginleşen, ayrıtılarla bütünleşen, türüne göre doğru zamanlamayla pişmiş bir makarna tabağına kim hayır diyebilir ki?...

27 Nisan 2011 Çarşamba

BULANIK BİR DİP

Evet, şükretmeli... Ama bazen öyle bir an gelir ki şükretmek bile yeterli olmayabilir... Derler hep; her inişin bir çıkışı vardır, her gecenin bir sabahı vardır, her dibe vuruşun bir yukarı çıkışı vardır... Vardır elbette ama biz bu varsayılan dipte yosun mu tuttuk acaba???

26 Nisan 2011 Salı

BİR BİLEN NE DEMİŞ?




"İnsanların kötü olduklarını görmek beni şaşırtmıyor, fakat bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce, hayretler içinde kalıyorum..."

Goethe

24 Nisan 2011 Pazar

NEBAHAT ÇEHRE Mİ? MELISSA LEO MU?


27 Şubat 2011'de 83.'sü düzenlenen Oscar töreni her ne kadar silik geçmiş olsa da ödüllerin hakkıyla dağıtıldığını düşünüyorum. En iyi örnek de Melissa Leo'nun The Fighter filmiyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü alması. Kırmızı halı geçidi de bence törenden daha renkli görüntülere sahne oldu. Klasik bir olay halini alan kırmızı halıda en çok ilgimi çeken isim Melissa Leo'ydu. Aslında o ana kadar adını hiç duymamıştım (ne utanç verici). Kendisi 1960, New York doğumlu. Tam 51 yaşında ve törende üzerine oturan, yaşıyla orantılı tasarlanmış o kadar hoş bir elbise giymişti ki gerçekten çok beğendim. Biraz araştırdıktan sonra kıyafetinin Marc Bouwer imzası taşıdığını öğrendim. Üzeri minik aynalarla süslenmiş (hiç abartılı olmamış), dantelden bir elbise... Gerçekten çok hoş durmuştu. Üstelik ödülü aldıktan sonra aynalar daha bir ışıl ışıl parlıyordu sanki. Göğüs dekoltesi de yine yaşına orantılı olarak oldukça ölçülü bir biçimde düşünülmüştü. Tek kelimeyle muhteşemdi! Bu arada filmi henüz izleyemedim ancak bir kaç kare görme şansım oldu. Başrollerini Marc Wahlberg ve Amy Adams gibi ünlü isimlerle paylaştığı The Fighter filminde sanki kırmızı halıda uçuş uçuş yürüyen Leo değildi. İnanılmaz bir değişim ve tam anlamıyla rolüne bürünme... İşte bu dedim. Her yönüyle muazzam bir oyunculuk. Şimdi bunun üzerine yukarıda koymuş olduğum Nebahat Çehre fotoğraflarının nedenini açıklayabilirim: Bizde oyuncular neden hiç değişmez hem sokakta, hem evde, hem medyada, hem dizilerde, sinemalarda aynı fiziki görüntüye sahip olurlar? İşte bakın soldaki Nebahat Çehre, bir magazin programında kendi haliyle görülüyor. Sağdaki Nebahat Çehre ise kanal D'nin geçen sezon reyting rekorları kıran Aşk-ı Memnu dizisinin setinden bir görüntü. Allah aşkına ikisi arasında ne kadar fark var? Hiç... Biri Nebahat Çehre diğeri ise Firdevs Yöreoğlu. Bu durum sadece Nebahat Çehre için geçerli değil, genelde bütün Türk oyuncular için özellikle bayan oyuncular için geçerli. Mesela Özgü Namal, mesela Tuğba Büyüküstün, mesela Hazal Kaya, hepsinin tipi tüm oyunlarda aynı, ne saç biçimleri değişmiş ne de saç renkleri... Neden yabancı oyuncular bir sinema filmi ya da televizyon dizisinde rolleri gereği bambaşka bir görünüme girerler de biz de böyle olmaz anlayamıyorum... Herhalde "Image Maker"ların işi ne diyebilirim ki?