28 Mart 2010 Pazar

JULIE&JULIA

Gerçek hikayelere her zaman bayılmışımdır. Son zamanlarda en keyif alarak izlediğim film Julie&Julia. Oyuncu kadrosu da oldukça güçlü; Merly Streep ve Amy Adams başrolü paylaşan kadın aktrisler. Filmde, Julie adlı genç bir kadının yaşadığı günümüz zamanı ile Julia Child'ın yaşadığı 40'lı 50'li yılları arasında ustaca ve bir o kadar da dahice eşzamanlı geçişler yapılmış. Julie Powell, 11 Eylül sonrasında kazazedelere sigorta sağlayan bir şirketin "call center"ında çalışan 30 yaşında evli genç bir kadın. Julia Child, 40'lı yıllarda yaşayan kocası Amerikan elçiliklerinde hükümet ajanı olarak çalışan 40 yaşlarında bir kadın. Julia, tayinleri Paris'e çıktığında Fransızlar'ın incelikli yaşam tarzlarına hayran kalıyor. Hele ki mutfaktan iyi anlayan bir ev kadını olarak Fransız mutfağı onun başını döndürüyor ve yemekle ilgili bütün duyularını harekete geçiriyor. İki kadının ortak noktası yemek pişirmedeki ustalıkları. Damak tatları oldukça gelişmiş olan bu iki kadının yaşamı, iki farklı zaman diliminde kesişiyor.

Julie sıkıcı iş hayatının dışında yaşamını nasıl farklı yönde geliştirebileceğini düşünürken, Julia Amerikalılar'a Fransız mutfağının zenginliklerini tanıtma kararı alıyor. Julia ilk önce azmedip Paris'te Cordon Bleu adlı yemek okulunu bitiriyor. Orada edindiği iki arkadaşıyla Fransız yemeklerinin tariflerini kitaplaşatırmaya başlıyor. Julie ise kendine blog açıyor önce ne yazacağını bilmezken Julia Child'dın inanılmaz öyküsünden etkilenerek kelimenin tam anlamıyla ondan öykünerek 365 günde bitirmek üzere onun kitabından 524 tane fransız yemek tarifi yazmaya başlıyor. Hem de herbirini birebir deneyerek. Blogunda yazdığı satırlarla ikisi arasındaki zamanda yolculuk başlıyor. Julie kendini Julia ile adeta bütünleştiriyor. En büyük hayali bir gün onunla tanışabilmek. Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmiyor. Her ikisi de izleyiciye azim ve büyük cesaretle nelerin başarılabileceğinin dersini veriyor.

Çok hoş bir anlatımı olan filmin başrol oyuncusu Merly Streep, 2010 en iyi kadın oyuncu Oscar'ına aday olmuştu ancak bence büyük talihsizlik ki bu ödülü evine götüremedi. Gerçekten nefis bir oyunculuk sergilemiş. Tabii bu arada Amy Adams'ı da (Julie Powell) yabana atmamak gerek. Aslında bütün film oyuncuları canlandırdıkları karakterlerin hakkını vermiş. Konu nefisti, seneryo çok güzeldi, kurgu çok başarılıydı. Söyleyecek söz yok, kesinlikle seyredilmesi gereken bir film... Farklı zaman dilimlerinde yaşamış olan bu iki kadın arasındaki muhteşem duygusal bağa şahit olmak isteyenlere kaçırmayın derim...

İyi seyirler...

27 Mart 2010 Cumartesi

KARS KETESİ


MALZEMELER:


Hamuru için:
1/2 kg. süt
1/2 paket tereyağ (eritilmiş olacak)
Aldığı kadar un
1/2 paket yaş maya
Biraz tuz
Üzeri için 1 yumurtanın sarısı


İçi için:

1/2 paket tereyağ
1 1/2 su bardağı un
1 su bardağı kırılmış ceviz
1/2 su bardağı toz şeker

YAPILIŞI:

Bütün malzemeleri katıp yoğurun ve yarım saat kadar dinlendirin. Hamuru 10 parçaya bölün. 5 katını yufka gibi açın. Her katın arasına eritilmiş tereyağını sürün. En üst kat hariç. Daha sonra yufkayı 4 parmak genişliğinde olacak şekilde boydan boya parçalara kesin. Bu parçaları rulo yapın. Ardından merdaneyle bu ruloların üzerlerine bastırın ve unlamadan (merdaneye yapışabilir ancak unlama yapılmamalı) çok ince olmayacak şekilde açın. Diğer bir yandan içinin hazırlığı için bir tavada tereyağını erittikten sonra unu ekleyip helva yapar gibi kavurun, iyice kavurduktan sonra ceviz ve şekeri ilave edip karıştırın. Açmış olduğumuz hamurların içine bu unlu karışımı yayın, hamurun uçlarını pile yapar gibi birleştirin ve üzerinden bastırın. Yumurta sarısını da sürdükten sonra 180 derecelik fırına verip üzeri kızarana kadar pişirin.


Afiyet şeker olsun!

26 Mart 2010 Cuma

BURADAYIM...

Eveeet.... Ne kadar da uzun zaman olmuş en son blogumla başbaşa oturup da bir şeyler karalamayalı. Tik tak, tik tak... Akrep yelkovanı, yelkovan akrebi kovalarken bu kovalamacanın içinde kendini kaybetmemek mümkün mü? Oturamadım bilgisayarımın başına bir türlü, fırsat mı olmadı? Canım mı istemedi? Üşendim mi? Cevap: Bilmiyorum. Ve fakat işte buradayım. Elbette bu uzun soluklu arada hayatımda değişiklikler oldu. Olumlu... Ama olumsuz... Tıpkı blogumun başlığı gibi "dünya dönüyor sen ne dersen de"...

Yemek kursuna başladım. Bu hafta 6. haftamdı. Her cuma ülkemizin farklı mutfaklarının lezzetleriyle tanışıyoruz. Tariflerin yerel yaşayanlardan alınmış olması ise en önemli ayrıcalığımız şu anda. Bu sayfalarda paylaşmak istediğim lezzetli tarifler o yörenin orijinal tarifi olacak. Yöresel mutfağın hakkı verilecek yani. Şu ana kadar Karadeniz ve Doğu Anadolu yörelerinin lezzet duraklarında damaklarımızı şenlendirdik. Hele bir de Güneydoğu Anadolu mutfağından içeri bir adım atalım işte o zaman tam bir şölen olacak! Güneyli değilim, ama Güneydoğu mutfağından müthiş keyif alıyorum. Ve sanki bana Türkiye'nin en lezzetli mutfağıymış gibi geliyor. Bu benim kişisel görüşüm elbette. Seneler önce Antep'e tesadüfi yaptığımız gurme seyahatinin bu düşüncemde büyük bir payı var şüphesiz.

Minik yüzmeye başladı. Artık bir spor dalında faaliyet gösterme yaşı geldi. Hangisi olsun? Bale mi? Jimnastik mi? Yoksa Uzakdoğu sporları mı? Derken... Yüzmede karar kıldık. Hem de Galatasaray Yüzme Kulübü'nde. Şimdi her haftasonu, cumartesi ve pazar günleri 15.00-15.45 arasında havuz aktivitemiz var. Bizim için de iyi oluyor. Sosyalleşme imkanı yaratmış oluyoruz kendimize, ortam değişikliği iyi geliyor haftasonları... Minik daha yüzme öğrenemedi. Bu hafta 4. haftamız tamamlanmış olacak. Bakalım ne zaman bir balık gibi yüzdüğünü göreceğiz merak ediyorum.

Bu kadar aradan sonra lafı çok uzatmayayım. Yarın tekrar bir şeyler karalama fırsatı yakalarsam kursta öğrendiğim lezzetlerden birinin tarifini vermeyi düşünüyorum. Bu arada kendime bir not: "seyrettiğim bir filmden bahsetmeyi de unutmamalıyım"... Şimdilik bu kadar...