25 Ağustos 2012 Cumartesi

Blueberry Cupcake

Mavi Yemiş, Likapa gibi isimlerle de bilinen Yaban Mersini, (Blueberry) ılıman iklim kuşağında yetişen ve üzüm grubunda yer alan bir meyve. Kan şekerini düşürücü özelliğinin yanı sıra aynı zamanda içerdiği bol C vitaminiyle antioksidan etkisiyle bağışıklık sistemi için çok faydalı. Tek başına yendiğinde ekşimtrak ve mayhoş bir tadı var. Ne zamanki şekerle bütünleşiyor ve pişme sürecine giriyor işte o zaman muhteşem bir lezzete sahip oluveriyor sanki sihirli gibi. Sütlü tatlılarda, pastalarda, dondurulmuş yoğurt yapımında kullanılabileceği gibi keke de çok yakışıyor yaban mersini. Bugünkü tarifin başrol oyuncusu da ta kendisi! Nam-ı diğer "Blueberry".


Kekin yapımı çok kolay ve pratik. Aslında daha önce yapmış olduğum çikolata soslu kakaolu kek tarifinin aynısından faydalandım. Buradaki fark kekin üzerindeki krema yani mutfak jargonunda "Butter Cream" dediklerinden. Ben açıkçası cup cake üzeri topping'in nasıl yapıldığını bilmiyordum. Dolayısıyla kısa bir araştırmadan sonra basit bir tarif buldum.

"Butter Cream" İçin Malzemeler:


1 bardak (1 cup) oda ısısında tereyağ

1 bardak (1 cup) pudra şekeri

Yapılışı:

Malzemelerin hepsi bu kadar. Yapım süresi ise çok kısa. Tereyağı, bir çırpma makinesinde yumuşayıp krema halini alıncaya kadar çırpılıyor. Ardından azar azar, çok yavaşça (üstümüzün başımızın pudra şeker olmasını istemiyorsak) pudra şekeri ilave edilerek çırpma işlemine devam ediliyor. Her iki malzeme de iyice homojen olmalı. İşte, "Butter Cream" hazır!!! Eğer daha farklı aromalar yakalamak istenirse bu malzemelerin içine yarım bardak kakao tozu ya da 1-2 çay kaşığı limon rendesi veya 1-2 damla vanilya aroması eklenebilir. Krema hazır olduğuna göre geriye fırından çıkmış ve iyice soğumuş (sıcak kekin üzerinde krema, anında erir, akar) keklerin üzerini özgürce süslemek kalıyor. Afiyet olsun! 

Not 1: Eğer evde pudra şekeri yoksa üzülmeyin derim zira çok basit bir pudra şekeri tarifi keşfettim. 1 bardak toz şeker ile 1 bardak mısır nişastasını güçlü ve keskin bıçaklı bir robotta 25-30 saniye kadar karıştırıyorsunuz. İşte, pudra şekeri de hazır!

21 Ağustos 2012 Salı

İstanbul Akvaryum

Oldum olası denizlere, okyanuslara hayranımdır. Küçükken de televizyondaki sualtı belgesellerini gözlerimi hiç kırpmadan izlerdim. Balık burcu olduğumdan mı yoksa sualtının insanı başka diyarlara götürerek sakinleştirici bir etki yaratmasından mı bilemiyorum ama o sonsuz mavilik beni benden alıyor işte. Hatta bundan belki 10 belki 11 sene önce bir dalış maceram da olmuştur. Ufak çaplı bir Scuba eğitimi geçirmişliğim ve Antalya/Kemer açıklarındaki Paris batığına bile dalmışlığım vardır. Sualtında insanın hissettiği duyguları anlatmam mümkün değil, o deneyimi bizzat yaşamak gerek. Bambaşka bir dünya! Mavi dünya...

Girişi fazla uzatmayayım, bugün yine o gezilerimizden birini gerçekleştirmek üzere yollara düştük. Bugünkü adres, İstanbul/Florya'daki İstanbul Akvaryum oldu. Burası dünyanın en büyük tematik akvaryumu olmasıyla meşhur. Çok büyük bir yer. Açıkçası ben bu kadar büyük olacağını tahmin etmemiştim. Bu akvaryumda yer alan tüm canlılar doğal ortamlarına en yakın şartlarda bakılıyor. Önce Karadeniz ile başlayan ve ardından Marmara, Ege Denizi, Süveyş Kanalı, Kızıldeniz, Antarktika, Akdeniz, Atlantik Okyanuslarıyla devam eden bir tematik alandan geçiyorsunuz. Buraya bir cümlede yazdığıma bakmayın mola vermeden gezmek zor zira 64 farklı tank içerisinde tüm bu saydığım okyanus ve denizlerde yaşayan balıkları keşfediyorsunuz.

Moladan sonra sırayı Nautilus Denizaltı alıyor. Denizaltının içinde kısa bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bu arada tüm bu temalara uygun olarak tasarlanmış dekorlar ise çok ince detaylarla bezenmiş. Koridorlarda yürürken gözünüz bir yandan da tavanda olsun değişik maketler göreceksiniz. Köpekbalıklaarının olduğu bölümde tavanda balık sürüsünü kovalayan dev bir köpekbalığı maketi vardı mesela. Nerede kalmıştık? Evet denizaltı diyordum. Burası çok ilgimi çekti, çünkü oranın sanki bir zamanlar gerçekten kullanılan bir denizaltının parçalarından ouşturulduğuna inanacakım neredeyse. Halbuki her detay dekorun bir parçasıydı. Eskitme etkisi çok çok gerçekçi verilmişti doğrusu. Eskitme demişken, bazı tankların içindeki batık parçalarının da ortama ayrı bir esrarengiz hava kattığını belirtmeden edemeyeceğim.

Bir akvaryum gezisinde en çok ilgiyi hangi balıklar çeker diye bir soru sorsam? Cevabı duyar gibiyim elbetteki köpekbalıkları. Bu akvaryumda da yine köpekbalıkları, ziyaretçilerin gözdesiydi. Ama gerçekten çok ihtişamlı görünüyorlar, doğru söze ne demeli? Mavi suların vahşi canlıları (: Peki köpekbalıkarının 400 milyon yıldır hiç evrim geçirmeden bugüne geldiklerini biliyor muydunuz? 




Bir diğer şeker şirin balıklar ise oyuncu sevimli mi sevimli vatoslardı. Tam beslenme saatlerinde yakaladığımız vatoslar Akvartistlerin elinden yemleri kapmak için birbirleriyle yarışmaları seyre değerdi doğrusu (:

Denizaltından çıktıktan sonra ise sizi Amazonlar'daki yağmur ormanları karşılıyor. Orası muhteşemdi. İklimin efekti, kuş sesleri ve yine tanklar içerisindeki canlılar... Bu bölümdeki en favori canlı ise büyük, dev ve tüylü Tarantulaydı!


 


    Not 1: Fotoğraf çekerken flaşsız çekim yapmalısınız. Zaten sürekli anonslarla uyarıyorlar.
  Not 2: Mola vermek isterseniz içeride alt katta yer alan Sütiş'te soluklanabilirsiniz. Servis çok iyi, o kadar kalabalık olmasına rağmen inanılmaz ilgililer ve sipariş konusunda hızlılar. Sütiş'in yanı sıra Roberts Cafe de diğer bir dinlenme mekanı olabilir.
   Not 3: Hiç sıkıntı yaşamadan her köşede karşınıza çıkan tuvaletler çok çok temizdi, beklediğimin üzerinde hijyen vardı. Özellikle otomatik olarak dönen klozet koruyucu poşetler son noktaydı benim için!


20 Ağustos 2012 Pazartesi

Bangkok, Thailand

Ahhh ahh kaç sene oldu?? Bir bakalım... Evet, tam tamına 6,5 yıl olmuş en son Bangkok ziyaretimizin üzerinden geçen zaman. Bangkok bilindiği üzere Thailand'ın en büyük, en turistik kenti olup aynı zamanda başkentidir. Bu şehri ilk olarak 2003 yılında ziyaret etmeden önce hakkında çok önyargılı olduğum gerçeğini saklamayacağım. Bana göre o dönemler hep Batı vardı. Avrupa, Amerika... Asya?? Hele ki Uzak Doğu, adı üzerinde olduğu gibi bana epey bir uzaktı. Hem kültürel hem insanlar hem iklimsel hem mutfak olarak o kadar yabancıydı ki aklımın ucundan geçmezdi bu şehre aşık olacağım!! Sükunet, huzur, kibarlık, sakinlik, kurallara uyum, saygı, ince zevk, ruhani haller buraya özgü özelliklerden...Bir de o kendine münasır bitki örtüsü yok mu?? İnanılmaz, tam cennet. Sadece fazla sıcak ve nemli. İlginçtir, Bodrum'a özgü olarak düşündüğüm Begonviller'in burada binbir rengini gördüm. Hele o orkideler... Nasıl bir renk cümbüşü içinde çıkıyorlar insanın karşısına sağda solda, muhteşem bir armoni!! Tabii ki Thailer'in kutsal çiçeği olan Lotus'ü unutmamam gerek. Bir de topraktan su damacanalarının içinde yüzen nilüferler... Bu satırları yazarken bile kendimi huzurlu hissediyorum, sanki oralara yeniden yolculuk yapmışım gibi.
Şimdi bunca yıl sonra nereden kabardı da geldi bu Bangkok özlemi? Şöyle oldu: Hard diskimi kurcalarken eski bilgisayarımdan aktardığım dosyalara takıldı gözüm, "ne varmış bakayım şunların içinde?" derken çocuksu bir merakla tıklayıverdim ve karşıma o zamanlar taze bilgilerimle hazırlamış olduğum Bangkok ile ilgili (şu an istesem yazamam) muhteşem bir gezi rehberi çıktı karşıma. Blog'ta paylaşmamak olmazdı. Basit bir dille yazılmış olmasına rağmen oldukça da detaylı bir gezi programıydı bu, belki bir gün tekrar lazım olur diye bir kenarda bekleyen bir yazı. Üstelik bizzat gerçekleştirilmiş ve birebir uygulanmış. Bu durum aklıma filmlerdeki "gerçek hikayeden alınmıştır" dip notunu getirdi nedense ((: Bu tip filmleri izlemek hep daha keyifli ve daha heyecanlı olmuştur. Neyse fazla lafı uzatmadan "Gezelim Görelim" programımızın detaylarına geçelim artık.

BANGKOK GUIDE

TAPINAKLAR

  • Grand Palace (Kral’ın Sarayı). Burası aslında tapınak değil, bizim Topkapı Sarayı tarzında bir yer. Kral'ın ofisi dersek daha doğru.
  • Yatan Buddha (Wat Pho Reclining Buddha). Burasını çok seviyorum. Aynı anda bu tapınak Thai masajı okulu. İçeride yatan Buda’nın ayaklarından sonra dönerken 99 veya 100 tane çanak var, orada köşede küçük kapların içinde bozuk paralardan alıyorsunuz ve 99 veya 100 adet hepsini teker teker atarak yürümeye devam ediyorsunuz... Dikkat edin sıkılmayın, sabredin ((: 
ÇEVREDE GÖRÜLECEK YERLER

  • Floating Market (Yüzen Market). Siz kayığa binerken resminizi çekecekler. Dönüşte çektikleri resmi bir hatıra tabağına yapıştırıyorlar ve “souvenir” olarak satmak istiyorlar, pahalı falan deyip geri çevirmeyin, satın alın. Bir daha bulamayacaksınız çünkü. Sakın buradan başka bir şey almayın! Tam turistik ve sadece turistik! Her şey çok pahalı ve orada gördüklerinizi şehirde 1/3 hatta ¼ daha ucuza bulabilirsiniz (hayatta pazarlık yapamayan ben bu şehirde pazarlık etmeyi öğrendim).
      • Çin Mahallesi. Pek çok şey toptan satılıyor, bu sizi yanıltmasın. Sorun değil, mutlaka gidin ve görün, ilginç, ancak kokulardan ve sıcaktan bayılmamak için suyunuzu yanınızdan eksik etmeyin. Etrafı iyi inceleyin, bir sürü elektronikçi göreceksiniz. Hiçbir yerde bulamadığınız ürünleri burada bulabilirsiniz.
      • Thonburi Yılan Çiftliği. Burada yılanlar ile fotoğraf çektirebilirsiniz. Tüm yılan bakıcılarının ellerine bakın %90’ının 1-2 parmağı eksik. Dikkatlice bakın, tüyler ürpertici cidden. Piton dışında bir yılana yaklaşmayın, hepsi zehirli!
      • Dusit Hayvanat Bahçesi. Timsah gösterileri ilginç oluyor. Adamlar timsahların ağzına elini, ayağını, kafasını sokuyor. İlginç, gittiğinizde gösteri saatini yakalamaya çalışın.


ALIŞVERİŞ

        • Chatuchak (Hafta sonu pazarı). Sadece hafta sonları kurulan bir pazar. Mutlaka erken gidin. Çok müthiş büyük bir pazar. Aklınıza gelebilecek her türlü ıvır zıvırı orada bulabilirsiniz. Pazarlık imkanı çok fazla. İlk söylenen fiyatı kesinlikle kabul etmeyin. Gözünüz dönecek, dikkatli olun. Yani Çatuçak aslında o kadar pahalı değil. Pazarlık edebilirsiniz ama şunu unutmayın en çok pazarlık payı el işi eşyalarda, diğer şeylerde çok fazla pazarlık payı yok. 
      • Siam Square (Alışveriş merkezlerinin bulunduğu büyük bir cadde). Etrafta birçok hoş cafe var. Birkaç ilginç pasaj var. Biraz takılın en az ½ gün ayırın. Dolaşın, oturun bir cafe’ye, dolaşın yine oturun bir cafe'ye... 
        • Siam Paragon (Alışveriş Merkezi). Dünyanın en büyük alışveriş merkezi neredeyse. 3. veya 4. katta lüks araba galerileri var. Porche, Maseratti, Ferrari, Lamborgini gibi kolay kolay birarada göremeyeceğiniz son model arabalar yan yana aynı katta duruyor. 
      • Central (Alışveriş Mağazası). Büyük bir zincir. Bizim buradaki Boyner tarzında bir yer. Etrafta birkaç mağazası var. Fiyatlar çok ucuz değil ama makul sayılır. Birçok marka bulunuyor. Ben ayakkabı reyonunu çok seviyordum. 50€’ya iyi bir çift sağlam ayakkabı alabiliyorsunuz, 100'ya ise çok daha kaliteli ayakkabılar bulabilirsiniz. Turist indirim kartı isteyin.
      • Emporium (Alışveriş Mağazası). Lüks. Dolaşın dolaşın, vitrinlere bakın, mağazalara bakın. Burada da turist indirim kartı istemeyi unutmayın.
      • Gaysorn (Alışveriş Merkezi). Çok lüks. Asıl burayı dolaşın iyice. Çok lüks mağazalar var. Dünyanın en lüks markaları bir araya toplanmış burada.
      • MBK. Burası da bir alışveriş mağazası. Çok ucuz spor ayakkabı, takı ve aklınıza gelebilecek her tür ıvır zıvıra rastlayabilirsiniz burada. Aslında buraya mağaza demek pek olmaz, kocaman bir çarşı. İçinde 100’lerce mağaza ve bir de TOKYO diye bir "department store" mevcut. İlginç mağazalara girin bakın,     fiyatlar makul. MBK’ye MOBUKRON da diyorlar.
      • Pantip (Teknoloji Pasajı). Beyler için esas tapınak burası olmalı. Bütün elektronikçilerin bir araya toplandığı muazzam büyük bir pasaj. İstanbullular iyi bilirler Kadıköy'deki Yazıcıoğlu'nu, işte oranın belki de 4-5 katı büyüklüğünde bir yer. Gidin ve kendinizi kaybedin derim (:
      • Robinson (Alışveriş Mağazası). Central tarzı bir yer. Ben çok seviyordum. Central’den daha ucuz ve daha çok Thai’lere yönelik. Rahatça alışveriş yapın. Bu arada turist indirim kartı isteyin!
      • Isetan (Japon Alışveriş Mağazası). İşte Japon işi! Çok ilginç şeyler var, Japonların ne kadar ilginç ve bir o kadar da hayatı her alanda kolaylaştırma meraklısı olduklarını buradaki ürünlerinden anlayabilirsiniz. Sağı solu iyice karıştırın, çok fazla ıvır zıvır, yaşamı rahatlatacak alet edevat göreceksiniz. Üst katlarda çok büyük bir Japon kitapçısı var, çok zengin, yabancı kitapları da bulmak mümkün. Aralarda bir yerde de en son katta BKK’un en iyi Japon restoranlarından biri olan UTAANDON'da güzel bir öğle ya da akşam yemeği yiyebilirsiniz. 
      • Pratunam (Alışveriş pazarı). Tekstil üzerine bir yer. Kumaşlar, kılık kıyafetler satıyorlar. Buradan çok uygun fiyatlara kıyafetler alabilirsiniz. Başka yerlerde çiftini 100 bahta aldığım parmak arası terliklerin burada 3 çiftini 100 bahta almıştım (: 



GECE PAZARLARI

      • Lumpini Night Bazaar. (gece 00.00’a kadar açıktır, civar parkta bira içip alışveriş yorgunluğunuzu atabilirsiniz). Parkın yanındaki karaoke kutularına bakın! İnsanlar içine girip kapıları kapatıp karaoke yapıyorlar. Hani sağda solda olan elektronik oyun makineleri gibi, para atıyorsun ve başlıyorsun şarkını söylemeye ((:
      • Patpong Night Bazaar. Çok turistik ve çok ticari. Satıcılar iyice doymuş, asla pazarlık yapmıyorlar. Pek tavsiye etmiyorum. Gidip görün iyice dolaşın ama bir şey almayın. 


YEMEK

        • Sea food Market. Kendin seç kendin pişirttir denilebilecek bir restoran. Deniz mahsulleriyle ilgili yok yok! Muazzam büyük bir mekan. İşte burada gözünüz dönecek, her şeye saldırmayın. İyice düşünün ne kadarını yiyebileceksiniz. Ama gene de istediğinizi alın çünkü ikinci kez gidecek vaktiniz kalmayacak!
        • Oishi.  Japon restoranıdır, hem fast food hem de lüks açık büfe olarak iki tip restoranı var. İkisini de deneyin derim. Fast food’da Japonların noodle’ı olan “ramen”i  mutlaka tadın. Özellikle deniz mahsullü olanını. Asıl Discovery Center’daki yere gidin! Orası açık büfe. Aç karnına gidin! Hatta kahvaltı bile yapmadan gidin! Her şeyi deneyip yiyin! Bu kadar güzel Japon yemeklerini o fiyata hiçbir yerde bulamazsınız. Yalnız saat 19.00’dan daha geç gitmeyin sonra hem yer olmuyor hem de zamanınız yetmiyor her şeyi yemeğe!
        • Sofitel’in açık büfe akşam yemeğini de tavsiye ediyorum. Fiyatı çok cazip. 5 yıldızlı otelde o fiyata açık büfe yemek yiyemezsiniz. Pek fazla Japon köşesine takılmayın, sushi’si çok aman aman değil, çeşni bol görünsün diye koymuşlar. Soğuk büfesi süper, giderseniz mutlaka tadına bakın.
        • Central Alışveriş Merkezi'nin üst katındaki Food Loft’u atlamayın derim. Girişte bir adisyon kartı veriyorlar kişi başına, içeride çeşitli ülke mutfaklarının standları var dilediğinizden yemek alabiliyorsunuz, para ödemiyorsunuz, siparişi o aldığınız adisyon kartına işliyorlar. Çıkışta bu kartla kasaya ödeme yapıyorsunuz. Sistem süper ve çok rahat. Ben Thai mutfağı (spring roll’ları var ve Tom Yum çorba) ile Japon’u öneririm. Japon mutfağında da “sweet&sour sauce” tavuk, dana eti ya da domuz yiyebilirsiniz yanına “noodle” almayı unutmayın. Bir de İtalyan mutfağından salata yemiştim, hiç fena değildi. 
        • Isetan’daki Japon restoranını da deneyebilir, kızarmış sebzelerden (Tempura) tadabilirsiniz. Yukarıda bahsettiğim restoran UTA-ANDON burası işte! Veee sakın sake içmeyi unutmayın!!!


NOT 1: Bu arada Bangkok tam bir porselen cenneti. Porselen yemek takımlarını inanılmaz ucuza bulabileceğiniz bir şehir. “Bone China” denilen kemik tozundan yapılma porselen takımlar ilgilenenlerin dikkatini çekecektir mutlaka. Eğer meraklıysanız iyi bir yemek takımı almanızı tavsiye ederim şöyle evladiyelik. 
NOT 2: Alışveriş merkezlerindeki (lüks ve büyük olanlar hariç) tuvaletlerde hiç tuvalet kağıdı yok diye üzülmeyin, zira dışarıda 2 Baht bozuk parayla alabileceğiniz kağıt  mendil makineleri göreceksiniz.
NOT 3: Yok eğer ben uzak doğu mutfağından hiç hoşlanmıyorum, yiyemiyorum diyenlerdenseniz, etrafa iyi bakın her tarafta Mc Donalds, KFC, Burger King, Sizler vs..vs.. var. Hiç aç kalmazsınız. Ancak etrafa bakmasını bilmezseniz aç kalırsınız.!!!! Bu arada arabalarda buz üzerinde Hindistan cevizi, ananas, mango satılıyor, bunlardan çok ucuz bir fiyata alıp gönül rahatlığıyla yiyebilirsiniz. Hem bolca sulu oluyor hem de buz gibi.  Aklınızda olsun hijyen açısından her şey çok temiz. İnsanın aklına tam tersi geliyor belki ama gidince göreceksiniz ve bana hak vereceksiniz.

Bangkok gezimiz burada sona erdi... Umarım bir gün bir Bangkok seyahati yaptığınızda bu küçük notlarım işinize yarar. En azından kaybolmadan ve ne yapacağınızı bilerek ve de belki de en önemlisi aç kalmadan dolaşırsınız. Şimdiden iyi uçuşlar ve iyi yolculuklar...

17 Ağustos 2012 Cuma

Patlıcan Graten


Patlıcan! Yazın belki de en sevdiğim sebzesi... Kızartması, oturtması, İmam Bayıldı'sı, Karnıyarığı, salatası, Beğendisi... Hepsi ayrı lezzetler ve nedense hepsi de bana neşeli yaz günlerini hatırlatan kokulara sahipler. Özellikle de kızartması. Neyse biz gelelim Fransızlar'ın da dediği gibi Patlıcan "Au Gratin" isimli yemeğimize (O graten diye okunur). Graten aslında bir pişirme tekniğidir ve akla üç unsuru getirir: Beşamel sos, taze kaşar rendesi (permasan, mozarella da olur) ve fırın. Bu üç eleman, olmazsa olmazıdır graten yemeklerinin. Tabii bir de patates, patlıcan, kabak, karnıbahar gibi ana malzemeleri unutmamak gerekir.  Bence en lezziz fırın yemekleridir graten tarzda pişen yemekler. Özellikle de patlıcanlı olanı!!
Muskat, Hint Cevizi olarak da bilinir, baharatçılarda rahatlıkla bulunur.
Malzemeler:
4 adet patlıcan
4 adet patates
1 adet kuru soğan
3 diş sarmısak
500 gr. dana kıyma
1 yemek kaşığı domates salçası
Yeteri kadar tuz ve karabiber
1 bardak rendelenmiş taze kaşar peyniri

Beşamel sos için malzemeler:
250 gr. tereyağ
4 yemek kaşığı un
500 ml. süt
1 çay kaşığı tuz
1 çay kaşığı karabiber
1 çay kaşığı muskat cevizi

Yapılışı:
Aslında çok bilindik bir tarif olan Patlıcan Graten'in buradaki en büyük farkı beşamel sosunun içinde muskat cevizinin olması. Muskat cevizi patates püresine de müthiş yakışan bir baharattır. Kendisine Hint Cevizi de denir. Ağacı, portakal ağacına benzer. Özellikle Karayipler bölgesinde ve Grenada'da yetişir. Bu kısa genel kültür notundan sadede gelelim ve tarife geçelim. Patlıcanlar alacalı soyulduktan sonra yaklaşık olarak 1 cm kalınlığında kesilerek tuzlu suya konur. Bu işlem her patlıcan kızartması öncesi yapılmalıdır aksi takdirde kızartma inanılmaz bir şekilde yağ çeker. Bu arada patatesler de soyulur ve patlıcanların dilim boylarına uygun olarak oval şekilde kesilir. Önce patatesler kızgın yağda kızartılır ardından da iyice kurutulmuş patlıcanlar kızgın yağda altın sarısı bir renge büründürülür. Sebzeler yağlarından kurtarılmak üzere kağıt peçete serilmiş genişçe bir tabağın içinde beklemeye alınır. Sıra kıymalı harçta, bunun için soğanlar ve sarımsaklar ince ince kıyılır, içerisine 2-3 yemek kaşığı zeytinyağı konmuş kızgın bir tencerede ortalama ateş ayarında karamelize olana kadar kavrulur. Domates salçası ve dana kıyması da eklendikten sonra tuzu karabiberi katılarak tüm malzemeler iyice çevrilir. Harç, soğuyana dek bir kenara alınır.

Beşamel sosun yapılışı: 
250 gr. tereyağ bir tencerede yakılmadan eritilir ve hemen ardından da un eklenir. Un, kokusu geçinceye kadar kavrulur. Soğuk süt ve yeterince tuz da eklendikten sonra sos, orta ateşte bir çırpma teliyle ara vermeksizin karıştırılır. Sos, göz göz olmaya başlayınca (kaynama ibareleri gösterdiği ilk anda) karabiberi ve muskat cevizi de içine katılır, ocağın altı söndürülür. Baharatları en son koymamızın nedeni tatlarının uçmamasını sağlamak. Emin olun muskatın kokusu muhteşem gelecek, mutfağınızı şenlendirecek!

Ve işte şimdi birleştirme zamanı!!! Fırın, önceden 180 derece civarında ayarlanır. Bir fırın tepsisinin zeminine önce kızartmış olduğumuz sebzeler sırayla dizilir. Üzerine kıymalı harçtan boca edildikten sonra beşamel sos döşenir. Ardından aynı sıra yine uygulanır ve en üst kısıma da rendelenmiş taze kaşar ya da mozarella dilimleri yerleştirilir ve tepsi fırına verilir. Ben mozarella kullandım, lezzeti mükemmel oldu. Yemek, fırında 15 dakika iyice ısındıktan sonra fırının ızgara kısmı açılarak peynirlerin iyice eriyip hafif de kızarması beklenir ve işte Patlıcan Graten sofraları süslemek üzere hazır ve nazırdır. Afiyet olsun!

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Portakal Çiçeği Aromalı Kurabiyeler

Evinizin mis gibi portakal çiçeği kokmasını mı istiyorsunuz? Doğru sayfadasınız. İstanbullular'dan ziyade, güney bölgelerde yaşayanlar çok daha yakından tanırlar portakal çiçeğini. Muhteşem bir kokusu vardır. Bir tanesi bile minicik bir çay bardağının içinde bütün evin misler gibi kokması için yeterlidir. Maalesef biz İstanbullular bu eşsiz doğal parfümden yoksunuz. Çünkü iklim portakal ağaçları için müsait değil buralarda. Geçen Ocak ayında Cezayir'e yaptığımız seyhatte oranın da bir Akdeniz ülkesi olmasından dolayı iklimin portakal ağaçları için ne kadar ideal olduğunu gördüm. Öyle ki sokaklar ve caddeler portakal ağaçlarıyla  bezenmişti. Ancak mevsim kış olduğu için portakal çiçeğiyle rastlaşamadık ve bir başka bahara bıraktık kendisini. Marketlere yaptığımız ziyaretlerde portakal çiçeği şurubu çok ilgimi çekti doğrusu. Meğer Cezayirliler bu şurubu bütün tatlılarında ve hamur işlerinde kullanıyorlarmış. Kapağını açıp ilk kokladığınızda kokusunun portakal çiçeğiyle hiç alakası yok aslında. Saf olarak kokladığınızda sanki bir sabun kokusunu andırıyor. Dolayısıyla satın alıp almamakta tereddüt ettim önce. Ve fakat "deneyimlemeden nasıl anlayacağım?" sorusuyla birlikte bir şişe atıverdim sepete. Ocak ayından bu yana kısmet düneymiş. Dün öğleden sonra Minikle birlikte şekilli kurabiyeler yapmaya karar verdik. İçine de bizim portakal çiçeği şurubundan katmayı planladık. İnternette kısa bir kurabiye tarifi araştırma turundan sonra hemen malzemeleri biraraya getirmeye başladık. Ancak bizim hamur, tarifin dışında portakal çiçeği şurubu da içereceğinden yazılı tarifte küçük bazı değişiklikler yaptık. Lafı fazla uzatmaya gerek yok, hemen malzemelere ve tarife geçelim.

Malzemeler:
1 adet yumurta
1 bardak yoğurt
1 bardak pudra şekeri
1 bardak sıvı yağ
1 kahve fincanı portakal çiçeği aroması
3 yemek kaşığı tereyağ
1 paket kabartma tozu
1 tatlı kaşığı tarçın
Ve aldığı kadar un

Yapılışı:
Un haricinde tüm malzemeler güzelce karıştırılıyor. Azar azar un eklenerek hamur için gerekli kıvam elde edildikten sonra düzgün bir tezgah üzerinde bir merdane yardımıyla 1 cm. kalınlığında açılan hamur artık şekiller için ideal zemini oluşturmuş duruma gelmiş oluyor. İşte en eğlenceli kısım. Hayal gücünün devreye girdiği an... Dilediğiniz şekillerdeki kalıpları hamurun üzerine bastırarak kurabiyeleri hazırlıyorsunuz. Hepsini tek tek tepsiye dizdikten sonra (2 tepsi çıkıyor) önceden 180 derceye ısıtılmış fırında 15-20 dakika kadar pişmeye bırakıyorsunuz. Çok basit ve lezzetli bu kurabiyeler portakal çiçeği şurubu olmadan da pişirilebilir elbette. Mesela biraz limon kabuğu ve badem tozuyla da muhteşem olacaktır. 
Afiyet olsun.